29 May
29May

Bir toplum insan gibidir. Dolayısıyla bir toplumun geçirdiği tüm evreler insanın gelişim evreleri ile paraleldir. Bu nedenle toplumlardan bahsederken toplumu oluşturan insanların yaşı her ne olursa olsun toplumun içinde bulunduğu yaş aralığından farklı bahsederiz.

Mesela bazı toplumlar 3 yaş döneminin özelliklerini gösterir, bazı toplumlar ergenlik dönemi, bazıları daha primitif dönemlerdeki özellikleri gösterir. Bu nedenle insanın gelişim evrelerini iyi bilip anlamak önemlidir. Bizim toplumumuz benim çocukluğumdaki dönemde daha ergen çağındaydı ancak geldiğimiz noktada üzülerek söylüyorum ki 3 yaşa regrese olmuş durumdayız. 

Aylardır seçimle yatıp seçimle kalkıyoruz ve toplumu okuyamayan bir kesim seçiminin sonucunun farklı çıkacağına dair hayaller kurup durdu. Ben bir önceki yazımda neden sandıktan farklı bir sonuç çıkmadığını yazmıştım, arzu edenler dönüp oraya bakabilir. Dün de farklı bir sonuç çıkmayacağını biliyordum hatta 52’ye 48 oranını twitter hesabımda yazmıştım seçimden önce

Peki şimdi niye olmadı? İlk yazımdaki söylediklerim hala geçerli iken yeni bir şeyler eklemek istiyorum. Şimdi şöyle düşünün, dünyaya bir bebek getirdiniz. O bebeğin kime ihtiyacı var? Anneye. Nasıl bir anneye? Sabit bakım veren istikrarlı davranan bir anneye. Hatta biz o dönemde annelere deriz ki fiziğinizde büyük değişimler yapmayın, saçınızın boyunu bile değiştirmeyin. Çünkü bebeğin her gün aynı anneyi görmeye ihtiyacı vardır. Majör değişimler onun duygu dünyasını alt üst eder bağlanmasında kopmasına neden olur. Bu nedenle annelere derim ki hep 1 yaşına gelmeden işe başlamayın, bakıcı değiştirmeyin diye.

Türkiye’nin 21 yıl öncesini düşünürseniz, iktidarların sürekli değiştiğini ve yürütülemeyen koalisyonlarla ne kadar değişken bir yönetici profiline sahip olduğumuzu görürsünüz. Bırakın iktidarları kendinize sorun, karşı komşunuz sürekli değişse, ani değişimler gösterse, bir gün sarışın, ertesi gün esmer hatta sonraki gün evden taşınsa yerine başkası gelse sizde güvensizlik hissi oluşmaz mı?

Maalesef, muhalefetin birinci seçimden sonra halkın seçim yöneliminin daha milliyetçi bir alana kaydığını düşünmesi ile tavır değiştirmesi, adayın da söylemlerini daha sertleştirmesi ve yeni kurulan ortaklıklar hem majör bir değişimdi hem de pek inandırıcı değildi, lütfen artık hangi kesim olursa olsun doğruya doğru yanlışa yanlış diyelim.

Bizim toplumumuzda eleştiri kültürü gelişmedi, bu kültür batıda var. Onlara 400 yıllık modernleşme mücadelesini kazandıran şey eleştiri kültürünün olmasıdır. Bu eleştiri bizdeki gibi aşağılama ve yargılama ile yapılan bir eleştiri değildi. Akılcı ve tarafsız eleştiriydi. O dönemin tarihini özellikle sanat eserlerini okuyanlar bilir. Ancak bizde böyle bir şey yok. Biz bebek gibi bir anneye yapıştığımızda en iyi anne benim anne oluyoruz. Öyle bir bölünmüşlük yaşıyoruz ki ya hep iyi annede kalıyoruz ya da kötü annede. Bu da tabi ki 2 yaşa denk geliyor. Bebekler 2 yaşa kadar bölme mekanizması ile yaşarlar. Onu besleyen, zamanında yanında olan anne iyi, geciken, vermeyen, surat asan vs durumları yaşatan anne kötü anne. Bebek o dönemde ikisinin de aynı anne olduğunu anlayamaz, çünkü bunu kaldıracak bir bilinci yoktur. 2 yaştan sonra bilinç oluşmaya başladığında annesinin hem iyi hem de kötü tarafları olduğunu kabul eder ve iyi ve kötüyü bir annede bütünleştirir. Şimdi Ying ve Yang sembolünün neden bir arada olduğunu anladınız değil mi?

Ancak bizim toplumda böyle değil. Biz böldüğümüz annenin bir parçasına saplanıp kalıyoruz, onun asla diğer yönünü görmüyoruz. Kötü anne muhalefet iyi anne iktidar, ya da iyi anne muhalefet kötü anne iktidar. Size şunu diyeyim, iktidarları ayakta tutan muhalefetin kendisidir. Biri olmazsa diğeri olmaz. Ne iktidar cenahı ne muhalefet cenahı kendi açmazlarını görmüyor, asla kendini eleştirmiyor. Eleştiri olmazsa gelişim olmaz. Bizde eleştiri yok suçlama var. Bizde bilen bilmeyen herkes her şeyi eleştiriyor. Oysa ki eleştiri yapabilmek için gerçekten bir çok bilgiyi bilmeniz gerekir.

Merve Dizdar, rolünü oynadığı Nuray karakteri için zorlanmadığını bizim coğrafyada yetişen bir kadın olarak zaten o durumu bildiğini söyledi diye kıyamet koptu. (Gerçi Merve muhalafetten değil iktidardan yana görünseydi bu kadar eleştirilmeyecekti bizdendir bizden denip göz yumulacaktı, dürüst olalım)Ben de yazı yazdığım niçin ben de topa girdim.Yahu kardeşim, coğrafya bir jargondur ve ülkeden daha geniş bir alanı kapsar. Kadın sorunsalından bahsederken ya da başka sosyolojik sorunları anlatırken bizim coğrafya deriz zira bu coğrafya Ortadoğu coğrafyasıdır. Biz istesek de istemesek de o çok ötekileştirdiğimiz Ortadoğu coğrafyasındanız. İslam kültürünün Türklere yayılması ile o coğrafyaya geçtik zaten kadın sorunsalı da o zaman başladı Türklerde. Çünkü sadece İslam’ı almadık, Arap kültürünü de aldık. Hani hep diyorlar ya gerçek İslam böyle değil, canım kardeşim gelenek dinin üzerini örter. Öz kalmaz. İslama ait zannettiğiniz bir çok şeyin altından ya Yahudi geleneği çıkar, ya Mısır geleneği, ya Sümer, ya İran… Böyle uzar gider liste. Ama bu kültürler okunmadığı için bilinmez. Dolayısıyla kadın derken bu coğrafyadaki kadından bahsederiz, ülkedeki değil.

Coğrafya jargonu çok önemlidir. Zira analize geri dönersek Erdoğan'ın sadece bu ülkenin değil coğrafyanın da lideri olduğunu görebiliriz. En azından öyle görülüyor. Muhalefetin anlayamadığı noktalardan biri de bu. Coğrafyanın içindeki kültürel kodları iyi okumak gerekir. Muhalefet sürekli renk değiştiriyor ve coğrafyaya hitap etmiyor. Biz yine psikolojide deriz ki, bir anne çocuğa kötü davranıyor olsa bile istikrarlı ise bir iyi bir kötü davranan anneden iyidir. Çünkü çocuk istikrarlı davranış bekler. Bu nedenle o çok eleştirilen Erdoğan’ın hakaret sözleri bile onun kimliğinin istikralı bir parçası olduğu için çok kötü algılanmıyor kendi tabanında.

Tabanı artık sadece Türk’lerden oluşmuyor bu coğrafyada yaşayan diğer toplumları da kattı bünyesine. Bu iyi bir şey mi? Ona göre iyi. Bana göre değil. Çünkü bu işin sonu otokrasiye varır, demokrasiden koparız. Hoş demokrasi de çok doğru bir yönetim sistemi mi onu da ayrıca tartışmak gerekir. Ancak diğer yazımda dediğim gibi bu coğrafyanın geninde demokrasi değil monarşi vardır. Biz mültecilerle birlikte bozulan demografik yapımızla daha monarşik hatta daha teokratik bir rejime doğru ilerliyoruz. Ben öyle görüyorum.

Şu an bir mülteci sorunu yaşamıyoruz, 10 yıl sonra içimizdeki mülteci sayısı doğumlarla birlikte 3 katına çıktığında yaşayacağız esas sorunu. Bu olanlar şimdide gelişen kotarılmaya çalışılan durumlar değildir. Yaşadığımız her şey global bir planın parçasıdır. Bu plana göre biz kendi halkımız olarak ne kadar çok bölünürsek o kadar çabuk dağılırız. Bu nedenle siyasi söylemler kişileri daha radikal taraflara çeker. Toplum birbirinden ocu, şucu, bucu diye ayrışırsa daha kolay yönetilir. Bu nedenle kendimi paralıyorum, birbirimize sahip çıkalım, birbirimizi yargılamayalım diye. Zira on sene sonra bizden bahsedemeyeceğiz. Ancak buna rağmen, mülteci sorununda da ‘müslüman kardeşlerimiz’ jargonu kullanılarak halka kabul ettirildi. Bu bir sorun değil, kardeşlik meselesiydi. Oysa ki kendi kardeşimizle bile barışık değiliz. Umarım devlet bu sorunu çözebilir... 

Seçimlerin kaderini, mülteciler, ekonomi, adalet belirlemez. Seçimlerin kaderini siyasal ideoloji belirler. Topluma hakim olan ideoloji neyse o ideolojiye uygun liderler seçilir. İnsanlar ceplerindeki paraya değil zihinlerindeki değerlere göre seçim yapıyorlar. Ha diyeceksiniz ki ben öyle değilim, cebimdeki paraya bakıyorum. Ancak demokrasi böyle bir şey, çoğunluk neyse onun isteği olur. Şimdi anladınız mı demokrasinin da aslında çok da matah bir sistem olmadığını:) yerine koyacağımız bir sistem bile üretemedik. Çünkü dünyayı yönetenler belirler her şeyi.

Bu nedenle canlar kendinizi muhalefetle ya da iktidarlar bu kadar özdeşleştirip, yok anam, dedem, babam demenize gerek yok. Onlar sadece bir gölge oyunundan ibaret. Gelirler ve geçerler. Siz hiç Avrupa’da liderlerin fanatiklerini görüyor musunuz? Mesela Macron için ölürüm, Reis Macron, ya da Merkel anam diyeni gördünüz mü? Göremezsiniz onlar ergenlik çağını da geçtiler bireyleştiler. Bizim daha yolumuz var. Ay ama Betül hanım Avrupayı övüyor bizi kötülüyorsunuz….! E tamam Japonya’dan örnek vereyim, orada siyasetçiler yanlış yaptıklarında bildiğiniz intihar ediyorlar.

Gençler doğruyu söylemek kötülemek değlidir, tıpkı Merve’nin yaptığı gibi. Kadına demediğinizi bırakmadınız. Yahu eleştirecekseniz de, hanımefendiyi çok takdir ettim gururlandık ancak şöyle şöyle söylemesi daha yerinde olurdu diyebilirdiniz. İşte eleştiri kültürümüzün olmayışı böyle bir şey, ancak sopa sallıyoruz. Bana da aynısını yapıyorlar, bir kere bile bilgi dolu paylaşımlarım için teşekkür etmezler ama kendilerine dokunan bir şey oldu mu vurun kahpeye. 

Biz böyleyiz gençler ne eleştiriyi anladık ne öz eleştiriyi. Muhalefet bir öz eleştiride bulundu mu? İktidar zaten hiç oralarda değil. E ne olacak halimiz? 

Alınmayın, gelişemedik maalesef. En bilim insanımız bile gelişemedi yahu. Celal Şengör’ün dediği gibi en aydınının kafasını açsan içinden Taliban zihniyeti çıkıyor.

Bu sefer ortaya karışık bir analiz yazdım. İstikrar ve değişimle ilgili farkındalık oluşturmak istedim. Yoksa siyaset benim işim değil. Siz yine de bilimden ayrılmayın, aklınızın kontrolünü kimseye vermeyin, kalbinizi de… Siyasiler gelir geçer gene biz kalırız birbirimize.. O zaman nasıl yüz yüze bakacağız, ya da yaklaşmakta olan sorunlarla nasıl başa çıkacağız? Kardeşlerimiz dediklerimiz gözümüzün yaşına bakmaz, bunu da bilime göre söylüyorum. Kendi düşüncelerimi yazmıyorum, sosyolojik ve psikolojik değerlendirmeler yapıyorum. Benim düşüncem her zamanki gibi bana kalacak… Ancak şu bir gerçek ki, Türkiye'de çok önemli gelişmeler oldu iyi anlamda, takdir etmemek olmaz fakat bir süredir sistem tıkandı ve gerçekten ben de değişimden yanayım... Ama böyle siyasilerle değil. Umarım kendimizi dönüştürmeyi içimizden daha iyi ve genç liderler çıkarmayı başarırız. Gençlere ihtiyacımız var...

Görelim Mevla neyler, neylerse güzel eyler…

Yorumlar
* Bu e-posta internet sitesinde yayınlanmayacaktır.