15 May
15May

‘Bu sabah kafamda pek çok soru var, hiç birine cevap yok. Şu andan itibaren susuyorum çünkü cevaplarım yok. Hep de susacağım sanırım. Nasıl oldu, neden oldu, ne oldu, yaşamımız, yaşamım, umutlar, hak gelecek. Hiç birine yok. Bu sabah ben bu sabaha susuyorum. Hayat artık bu sabah’

Sevgili Fazıl Say’ın paylaşımı ile uyandım bu sabah. Benim bu sorulara verecek cevaplarım var ve hepsi psikoloji 101 bilgisi gerektiren cevaplar bunlar. Kendisi Ece hanımla evlendiğinde bu evliliğin yürümeyeceğine dair kısa bir analiz yazmıştım da beni bombardımana tutmuşlardı, hiç unutmam. Ben sadece onların değil bir çok ünlünün evliliği hakkında analiz yaptım ve hepsinde analizlerim süreç sonunda doğrulandı.

 Çünkü psikoloji bilmek, puzzleın bütününü görmek, eksik parçaların nereye uyacağını bilmektir bir bakıma. Her psikoloji bilen de bunu bilemeyebilir zira önce kişinin kendisinin analizden geçmiş olması gerekir. Ve belki de geçmişte aldığım bir çok eğitimin etkisiyle toplumu çok iyi okumamla ilgilidir bu.

Seçimlerden aylar önce, astroloji öğrenen öğrencilerime psikoloji eğitimi veren biri olarak şunu demiştim, yeryüzündeki psikoloji gökyüzüne gol atar. Ben Erdoğan’ın tekrar seçileceğini düşünüyordum. İnsanların buna inanası gelmedi, belki de inanmak istemediler. Eğer toplumu çok iyi okursanız bunun neden böyle olduğunu anlarsınız.

Şimdi sevgili Say’ın sorularını cevaplayayım; neden böyle oldu? Koffi Annan, geleceğin zalimleri bugün aşağılanan kesimleridir der ve aşağılanma duygusunun dünyayı nasıl etkileyeceğinden bahseder. Şimdi dönelim 90’lara…

90’larda başlayan bir 28 şubat süreci vardı hatırlarsınız. Fadime Şahinler, tarikatlar, şeyhler gırla gidiyordu, skandallar… Bu süreci hazırlayan olaylar dindar kesime mal ediliyordu. Sonrasında zorlu kararlar… İmam Hatip’lerin önü kesilsin diye çıkarılan meslek liselerinden puan kırma kararları, başörtü yasakları ve daha bir çok yasak.

O dönemlerde mütedeyyin kesimin nasıl bir zorbalığa ve zulme maruz kaldığını ancak o kesim içerisinden olanlar bilir. CHP o dönemlerde yaşanan travma ile birleşen ve mütedeyyin kesimin bilinçaltında korku imgesine dönüşen bir figür olmaya başlamıştı. Aynı zaman da DSP de öyle.

Üniversitelere kurulan ikna odaları, okuldan atılan başörtülü kızlar, eğitim hayatına veda eden bir çok mütedeyyin kadın…Ve tabi meslek liseli olduğu için hayalindeki bölümü okuyamayan yüzbinlerce genç, biri de bendim. O dönemde ‘ben Atatürkçü, laik ve cumhuriyetçi bir kadınım’ diyen teyzeler, otobüs, metrobüs, tramvay duraklarında, topluluk alanlarında gördükleri başörtülü kızlara bu sıcakta yazık değil mi size açın diyerek sözlü tacizlerde bulunurlardı. Bizzat onlarcasına şahit olmuşluğum vardır. Peruk takarak ya da başörtüsünü çıkararak üniversitelerde okuyan kızlar da hocalardan nasiplerini aldılar. Derslerden defalarca bırakıldılar, sınavlara alınmadılar bazı zamanlar. Ve hocaların aşağılayıcı söylemlerine maruz kaldılar. Kendini laik olarak tanıtan kesim ve mevcut iktidarın söylemleri mütedeyyin kesimi oldukça travmatize etti. O dönemde aşağılanan insanların nasıl bir değersizlik duygusuna saplandığını tarif etmem imkansız. Ve o dönem Recep Tayip Erdoğan’ı doğurdu.

2002 yılında seçilinceye kadar oldukça birleştirici bir dil kullanan Erdoğan, sadece mütedeyyin kesimin değil liberal kesimin de onay verdiği bir isim oldu. Göreve geldiği ilk yıllarda da yasaklar sürse de hem ekonomi hem inançlı kesim rahatladı. Fakat bir süre sonra Koffi Annan’ın sözündeki şey gerçekleşmeye başladı.

'Aşağılananlar, geleceğin zalimi olurlar.' Ben sanırım o sıralarda artık hiç bir partiyi desteklememe kararı almıştım. Zira sertleşen söylemler, bu sefer ötekileştirilmeye başlanan karşı mahallenin durumu, kendini göstermeye başlayan ekonomik kriz, mütedeyyin kesimin zenginleşmesi ve durdurulamaz yozlaşmışlık beni siyasetten tamamiyle kopardı.

Eğer sosyopsikoloji okursanız ülkelerin nasıl yönetildiğini bilirsiniz. Ülkeler insanların limbik sistemindeki amigdal çekirdeğin aktif edilmesi ile yönetilir. Bu ne demek? Size 90’larda yaşanan travmayı anlatmıştım, o travma hiç bir zaman çalışılmayan yüzleşilmeyen ve nesilden nesile aktarılan bir travma olduğu için travmanın neden olduğu post travmatik stres bozukluğu siyasiler tarafından kullanıldı.

Biz gidersek, eskiye döner her şey…Biz gidersek din elden gider… Biz bunların geçmişte ne yaptığını iyi biliyoruz… Bu insanların bilinçaltını tetiklemek için kullanılan araçsal söylemlerdi. Ve işe yaradı da… Dindar ailelerin gençleri hızla deist olurken, dini kurumlarda çocuklara tacizler yapılırken, din adına kadınlar aşağılanırken, yolsuzluklar almış başını giderken, dindarlık yobazlığa evriliyorken bile bu işe yaradı. Çünkü insanlar her ne olursa olsun devleti bir şekilde ayakta tutacak ve korkunlarını teskin edecek bir lider istiyordu. Ve muhalefet bunu anlamaktan çok uzaktı.

Bu süreçte kendini Laik, Atatürkçü, Cumhuriyetçi olarak tanımlayanlar yine aynı şeyi yaparak, sığındığı Bodrum köylerinden, korkularıyla sürekli aynı adayı seçen kesimi aşağılamaya devam etti. Bu kesim Atatürk’ü hiç bir zaman anlamadı… Muhalafet partileri zaten halkı anlamaktan uzaktı ve Kılıçdaroğlu helalleşmekte çok geç kaldı. Muhalefet bunca yıldır bir şey üretemedi. Ne bir fikir, ne bir argüman ne bir somut eylem. Depremden sonra gelinen noktada, çaresizlikten dolayı bizi seçerler düşüncesi de cabası. Bir muhalefetin tek çaresi iktidarın düştüğü yer olmamalı.

Diğer bir hata, geçmişte yaşanan travmanın imgelerinden biri olan Kılıçdaroğlu’nu aday göstermekti. Biz uzmanlar bilinçaltıyla çalışırız ve biliriz ki seçimlerimizi belirleyen şey korteksimiz değil bilinçaltımızdır. Erdoğan, hitabeti, karizması, sahip olduğu komutan sıfatı ile silah sanayi ve teknolojiyi alt fona alarak resimler verirken, Kılıçdaroğlu mutfağından yayın yapıyordu. Bizim insanımız, lüksü, gösterişi, şaşayı ve gücü sever. Bu Türkiye’nin doğum haritasında da var. Hep derim Astrologlar başlarında kukuletalarıyla gevşek gevşek burç yorumları yapacaklarına Türkiye’nin doğum haritasının psikolojik analizlerini yapsalardı keşke.

Ancak işte bizim ülkemizde astrologlar da bilinçaltımıza oynuyorlar, biz ülkece doğum haritamızın 5. evimizde güneş olduğu için daha popülist işleri seviyoruz. Dedikoduyu bolca seviyoruz, manipülasyonu, arkadan kuyu kazmayı, tembelliği, Allaha havale etmeyi…

100 yıldır Mustafa Kemal’in partisinden hala güçlü bir lider çıkmadıysa, Erdoğan niye kazandı sormak yerine biz neden güçlü bir lider çıkaramadık diye düşünmeli. Cumhuriyetin kuruluş yıllarını okursanız, Mustafa Kemal Atatürk’ün de devrimleri gerçekleştirirken yapılan hataları görürsünüz. Ancak insanlar için o hatalar önemli değildi, Atatürk’ün siyasi dehası, karizması, azmi, çalışkanlığı ve adanmışlığı önemliydi. Bizler zayıf toplumlarız ve güçlü liderlere ihtiyacımız var. Güçlü toplumların güçlü liderlere ihtiyacı olmaz. Liderler çok önemli değildir o toplumlarda. Ama bizim geleneğimizde ve sosyolojik yapımızda bu önemlidir.

Muhafalet şunu bilmeli ki, bu topraklardaki çoğunluğa demokrasi vaad etmeniz bir işe yaramaz. Ya da özgürlük, bilim vs. Bu ülkedeki insanlar için devleti yönetebileceğinizi kanıtlamanız gerekir. Halk kendini güvende hissetmek ister. Bunu geçmişten bugüne taşıdığınız figürlerle de yapamazsınız, yeni liderler ortaya çıkarmanız gerekir. Yeni yüzler, vizyonu geniş, halkın her kesimini anlayan, halkın sevebileceği biri.

Bu toplum gönül bağı kurduğu kişilere oy vermeyi sever. O gönül bağını kuramadıysa muhalefet, oturup o üstten üstten söylenilen söylemler üzerine tekrar düşünmeli. Girdiği odada seccadeyi fark edemeyen bir lider istemez bu toplum. Malesef acı gerçek bu. E görmemiş, ne önemi var dediler. Ancak bizim toplumumuz için çok önemli bir şeydir görülmek.

Bizim için çok önemlidir, kükreyen, azarlayan, karizmatik bir baba figürü. Bu nedenle ben hep derim toplum değişmedikçe hiç bir şey değişmez. Acı ama gerçek… Muhafeletin deyimiyle eğitimli kesimin ile halkın seçimlerini aynı dinamikler belirlemiyor. Hayal kurmaya, idealize etmeye, kalpler yapmaya gerek yoktu.

Biz siyasi geleneğimizin de bir sonucu olarak sultan severiz, başbakan değil. Monarşi severiz, bu kollektif bilinçaltımızda kayıtlı arkaik bir programdır. Dolayısıyla muhalefetin bu ikisini bir bünyede barındıran bir aday çıkarması gerekirdi. O kadar eğitimli kadroları var biri de bunu söylemedi mi? İnsan psikolojisinden anlayan tek bir kişi yok mu o kadrolarda? Kendi seçmenini büyük bir hayal kırıklığına uğrattı.

Benim her kesimden danışanım var, her cinsiyetten, her cinsel yönelimden… İnsanların korkularını ve isteklerini anlayabiliyorum. Hepsine hak veriyorum. Ben de artık değişim isteyenlerden biriyim. Ancak bu değişim değişmeyen isimlerle olmaz. Elbette muhafelet de kendi içinde sorgulama yapmıştır, bakış açısı değişmiştir bunca yıl içerisinde. Fakat bunu halka geçiremedi. Halk, iktidarın ilk günlerinde bilinçaltında kodladığı ‘Erdoğan eşittir güven’ imgesini hala sıcak tutuyor. Halkın imgelerini değiştirmeyi başarabilirseniz çok şey değişir.

Bu değişim her kesimde olmalı. Muhafazakarları aşağılayan karşı mahallede de, karşı mahalleyi aşağılan muhafazakarlarda da… Artık aşağılamayı bırakmamız anlamaya geçmemiz gerekiyor. Neden her şeye rağmen insanlar Erdoğan’a oy verdi? Bunu anlamanız için oy verenleri anlamanız onların yürüdükleri ayakkabılarda bir dakikalığına bilse olsa yürümeniz gerekir. Deprem bölgesinden fazla oy çıktı diye ‘siz depremi hakettiniz’ diye yazmak yerine onları anlayabilirsiniz. Biz birbirimizi anlamadıkça hiç bir şey değişmeyecek. Ve birbirimizi anlamak, birimiz camide iyice siyasallaşırken diğerimiz Roma’da cafede lattesini hüpletirken, birbirine bilenmekle gerçekleşmez.

Ancak iktidarın da şunu anlaması gerekiyor. Zamanında kendisine yapılan ötekileştirmeyi bir başkası üzerinden devam ettirmek, yalanları ve yolsuzlukları kapatmak, yapılan adaletsizlikleri görmek istemeyerek kol kırılır yen içinde kalır demek, biz kudretliyiz yaptığımız yanlışlar bile onaylanıyor, ne yapsak bize oy veriliyor demek bir işe yaramaz. Bir süre daha böyle devam edebilir sonrasını yazmama bile gerek yok.

Elbette biz astrolojik olarak akrep burcu ülkesiyiz, toksik ilişkileri severiz. Dolayısıyla iktidarla kurduğumuz ve koparamadığımız toksik bir ilişkimiz var. Ancak bu toksiklik gün gelir hepimizi zehirler. Tüm kurumlar liyakatten uzaklaştı, liyakatın olmadığı yerde gelişim olmaz. Şu an iktidar hakkındaki düşüncelerimi hakkımda suç duyurusu başlatılmadan nasıl yazabilirim diye düşünmek bile çok acı. Bu nedenle zaten aylar önce hayatıma yurtdışında devam etme kararı aldım. Çünkü biliyorum ki çok daha zor zamanlardan geçecek olmamız büyük olasılıkla mümkün.

Sevgili Fazıl Say umarım sorunuza bir nebze olsun cevap verebilmişimdir. Dediğim gibi daha yazılması gereken çok şey var ancak özgürlük alanım bu kadarına müsade ediyor. Ben muhalefetten değilim ancak muhalif biriyim ve her zaman unorthodox biri olarak sürekli geçmiş hesabı yapıp yüzleşerek gelişebiliyorum. Sizler nasıl yapıyorsunuz bilemiyorum ancak sanki biraz sizlerin de muhasebe yapması iyi olur.

Mütedeyyin kesimin de inandığı değerleri yeniden sorgulaması gerekir. Geleneksel din ile İslamı karıştırıp çorba edip, absürt absürt inançlar icad edenlere inanmaması gerekir. Kuran’ı duvara asıp ya da ramazandan ramazana sadece Arapçasını hatmedip bir yere varamayacağını bilmesi gerekir. Çocuklara minicik yaşta Kuran ezberleterek değil, bilim ve inancı bir araya getirerek anlam dünyasını genişleterek fayda sağlayacaklarını anlaması gerek. İslamın boyun eğme değil isyan dini olduğunu bilmesi gerekir. Kelime-i tevhid La ile başlar, yani hayır ile. Bu bir isyandır, her türlü adaletsizliğe, zulme, eşitsizliğe isyan. Hz. Muhammed’i peygamber yapan bu devrimci kişiliğidir. Ancak İslam dünyası o kişilikten çok uzak, batağa saplanmış durumda kalmış. Şeklen müslümanlık her şeyin önüne geçti. Okuduğumuzu anlamaktan çok uzağız. Bilimden fersah fersah uzağız. Oysa ki bilimsiz inanç bizi kör kuyuya düşürür. Körü körüne inandığımız her şey sonumuz olur. Akıldan uzak olmak bizi bebeklik dönemimize regrese eder. 2 yaşındaki bir bebekte bilinç yoktur, ilkel beyni ile hareket eder ve ne görürse, ona ne söylenirse ona inanır.

Sevgiler…


Yazının devamında bir video çektim izlemenizi tavsiye ederim

https://youtu.be/2-32RWtSC2E

Yorumlar
* Bu e-posta internet sitesinde yayınlanmayacaktır.